ÜLKEDE SU BARIŞI DÜNYADA SU BARIŞI 

Genel

“ORMANLARIMIZ” YANIYORSA NEDENLERİ VARDIR !

“Onyüzbinbirinci” yazı:

“ORMANLARIMIZ” YANIYORSA NEDENLERİ VARDIR !

Yücel ÇAĞLAR*

Başlığı okuyunca gelebilecek tepkileri az çok kestirebiliyorum:

“- Bu da lâf mı yani; her şeyin bir nedeni vardır!”

Kuşkusuz…

“- Peki, o nedenler nedir?” diye sorsam, kim bilir kaç seçenekli yanıt alabilirim; üstelik bu yanıtların tümü de doğru olabilir. Yıllardır hemen hemen yalnızca yangın mevsimi artan bu türden sorularla her karşılaştığımda ya da konuşmacı (!) olarak çağrıldığım konuyla ilgili her etkinlikte hep benzer açıklamalar yaparım. Elli yıla yaklaşan meslek yaşantımın çoğunlukla araştırmacılıkla geçen döneminde kaç kez yazdım, fırsat buldukça da yayımladım Tanrı bilir… Ama yine de çoğu aynı kişi ya da kuruluşun benzer sorularıyla karşılaşıyorum: “- Ormanlarımız neden yanıyor?” ya da “- Ne yapılmalı?”. Şöyle düşünmeye başladım artık: Çoğu kez iş olsun diye soruyor ya da okuyor; yanıtlarım, çoğunluk bir kulaklarından girip ötekisinden çıkıyor; Yanılıyor muyum bilemem. Çünkü, bunca yıldır ne değerlendirmelerimin ne de önerilerimin gereğinin yapıldığını ne duydum ne de gördüm. O zaman da kızıyorum doğal olarak:

Gerektiğince dinlenmeyecek ya da dikkate alınmayacaksa neden çağırılıyorum ya da açıklama, söyleşi yapmam isteniyor? Haydi gerektiğince dinlendim, diyelim: Peki, gereği neden yapılmıyor ya da yapılmasına yönelik çabalara girilmiyor da yakınmak ya da sızlanmakla yahut bilinenlerin sürgit yinelenmesiyle yetinip duruluyor?

Doğrusu, bilemiyorum. Bu durumu yalnızca benim yaşadığımı sanmıyorum kuşkusuz. Zaten bir de o nedenle dertleniyorum ya… Öncelikle “bir yolunu bulup” bu gibi “sessiz tartışmalar” durumlarının daha az yaşanması için de çaba göstermek gerekmiyor mu? Ne düşünüyorum biliyor musunuz; çoğunluk gerekmediğini düşünüyor bence. Bu nedenle olsa gerek, her türlü bireysel ve toplumsal sorun, dahası, büyük yıkımlar ülkemizde sürekli olarak yaşanıyor. Öyle ki, sözgelimi, insan hakları ihlallerini, aydın kıyımlarını, kadın cinayetlerini, tacizleri, akıldışı yatırımları, kamusal varlıkların yağmalanmasını, hukuksuzlukları, selleri ve bu kapsamda da orman yangınlarını “acıyı bal eğledik” tutumuyla kanıksadık neredeyse. Eminim, çoğu okur, orman yangınlarına ilişkin “onyüzbinbirinci” kez yaptığım bu değerlendirmeleri de ya aynı kanıksamışlıkla okuyacak ya da hiç okumayacak. Doğrusunu söyleyeyim mi; bu durumu hiç yadırgamayacak ve kızmayacağım.

***

“Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur”…

Ülkemizde orman yangınları öncesinde, sırasında ve sonrasında o denli çok benzer açıklamalar, tartışmalar yapılıyor ki, sanki sürekli olarak aynı filmi izler gibiyiz. Bu filmin baş oyuncularından birisi Orman Genel Müdürlüğü (OGM) kuşkusuz. İlgili bakanlar ise, adı üzerinde “bakan” zaten; en iyisi, çok iyi bakıyor (!); görebildiklerini işine nasıl geliyorsa öyle değerlendirmek ve aktarmakla yetiniyor.  Çoğunluğumuz ise, sözgelimi “akademisyenler”, çevre/doğa korumacıları, gazeteciler/TV’ciler, meslek örgütleri, siyasal partiler, gözü yaşlı ormanseverler vb ise bu filmin ikincil, üçüncül, dördüncül… oyuncularıyız. Bu film artık gösterimden kaldırılmalı ! Ne var ki, İçişleri Bakanlığı’nın 7 Ağustos 2020 tarihinde 81 ilin valiliğine gönderdiği – neden yangın mevsiminin sonlarına gelmişken, neden 81 ile ve neden valiliklerine? Bilemiyorum. -  “Ormanlık Alanlarda Ateş Yakılmaması Genelgesi” okuyunca, bu gereğin, en azından kısa dönemde yerine getirilmesine ilişkin umudumu yitirdim doğrusu.

  • Orman yangınları ülkemizin yazgısı mıdır?

Bana sorarsanız hem evet hem de hayır:

  1. “Evet”, çünkü her yanıcı gibi öğelerinin çoğu “fena halde” yanıcı olan orman ekosistemleri de gerekli koşullar oluştuğunda yanar. Sorun, öncelikle bu koşulların neler olduğunun gerektiğince açıklanmasıdır. Ülkemizde çoğunlukla yapılan ise, sözgelimi, orman ekosistemlerinin yapısal özellikleri ile başta rüzgar şiddeti olmak üzere iklim koşullarına indirgenmiş alabildiğine genellemeci açıklamalardır. Oysa aynı yapısal özelliklere sahip orman ekosistemleri ya da iklim koşullarında çıkabilecek yangınların hem sayısı, hem niteliği –“örtü”, “gövde” ya da “tepe” yangını- hem de şiddeti yersel ve zamansal olarak aynı olmayabilir. Söz konusu koşullar ülkemizde öylesine çeşitlidir ki, neredeyse her yangın çıkış, yayılış nedenleri, biçimleri vb yönlerden apayrı bir deneyimdir.

Öte yandan, ülkemizde orman ekosistemlerinin yarısına yakın kısmı orman yangınlarına karşı son derece duyarlı Ege ve Akdeniz Bölgelerinde bulunuyor. Üstelik bunların da çoğunluğu yangın sonrası oluşturulmuş, yine yangınlara karşı göreceli olarak daha az dirençli “genç orman” ekosistemleridir. Bu bölgelerde yerleşme yerlerinin, dolayısıyla nüfusun çoğunluğu orman ekosistemleriyle içiçe olması ise özellikle insan kaynaklı yangınların hem nedenlerini çeşitlendiriyor hem de sayısını artırıyor.

Dolayısıyla bu gerçeklerin gerek yangınlar öncesinde, sırasında ve sonrasında her durumda göz önünde bulundurulması hem önlemlerin hem de söndürme çalışmalarının farklılaştırılması gerekiyor.

  1. Ülkemiz özelinde “hayır” ! OGM’nin belirlemelerine göre 1988-2019 döneminde ülkemizde yılda ortalama 2200 orman yangını çıkmış, yine yılda ortalama 8600 hektar orman ekosistemi zarar görmüştür. Yine OGM, bu dönemde yangınların sayı olarak ortalama %9,9’unun “kasıt”, %47,7’sinin “ihmal”, %11,1’inin de “doğal” nedenlerle çıktığını belirlemiştir. Yangınların %31,3’nün ise nedenleri belirlenememiştir. Nedenleri belirlenemeyen yangınların nedenlerinin de belirlenen nedenlere aynı oranlarda dağıtılırsa yangınların en az %49’unun insan kaynaklı olduğu söylenebilir.

İnsan kaynaklı orman yangınlarının ise yersel ve dönemsel olarak özgün “tetikleyici” toplumsal, ekonomik, kültürel, siyasal nedenleri vardır. Örneğin; “devlet ormanı” sayılan arazilerin, dolayısıyla orman ekosistemlerinin içinde ve yakınında 22 bin dolayında köy niteliğinde -2012 yılından bu yana yarısı artık “mahalle” sayılıyor- yerleşme yeri bulunuyor ve bu yerleşmelerde 7-8 milyon yurttaşımız yaşıyor (2009). Çoğunluğu son derece yoksul olan bu yurttaşlarımızın geçinme uğraşları yakın zamanlara değin orman ekosistemlerinin işletilmesiyle doğruda ya da dolaylı olarak ilgiliydi ama artık değil: Ormancılığımızda da özellikle 2000’li yıllarda yaygınlaştırılan özelleştirmeler nedeniyle bu yurttaşlarımız yakınlarındaki orman ekosistemleri ile işletilmesinden büyük ölçüde soyutlanmıştır.  Ek olarak; “devlet ormanı” sayılan arazilerin madencilik, turizm, enerji vb ormancılık dışı kullanımlara açılması “orman” sayılan yerlerin içinde ya da yakında yaşayanları çevrelerindeki orman ekosistemleri ile ormancılık uygulamalarına yabancılaştırıyor. Düşünebiliyor musunuz, 6831 sayılı Orman Kanunu, yalnızca 2003-2019 döneminde tam 26 kez değiştirilmiştir ! Bu değişikliklerin çoğu “Devlet ormanı” sayılan arazilerden yararlanmanın, kimi durumlarda ise mülkiyetinin özelleştirilmesine yöneliktir. Sözgelimi, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun ünlü “2B” uygulamalarına dayanak olan 2. maddesinin yanı sıra;

  • 57, yanı sıra, 2011 yılında getirilen Ek Madde 12’siyle “devlet ormanı” sayılan arazilerde “özel ağaçlandırma” adı altında özel meyve bahçeleri, zeytinlikler oluşturulabiliyor;
  • 2012 yılında çıkarılan, yedi yıl içinde tam on kez değiştirilen 6912 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun uyarınca yaklaşık 500 bin hektar “2B arazileri” herkese satılabiliyor;
  • 2018 yılında getirilen Ek Madde 18’le ise “Orman ve Su İşleri Bakanlığınca, bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmeyen ve tarım alanına dönüştürülmesi de mümkün olmayan yerler ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte üzerinde yerleşim yeri bulunan ya da yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanlardan, sınırları Cumhurbaşkanınca belirlenen alanlar,…” hukuksal olarak “orman” sayılmayabiliyor; satılmak ya da kiralanmak üzere Hazine adına tescil edilebiliyor.

Bu türden hukuksal düzenlemeler ile bu düzenlemeler doğrultusunda yapılan uygulamaların orman yangını çıkarma eylemlerini “tetiklemeyeceğini” düşünebilmek ya da söyleyebilmek için bu ülkede yaşamıyor olmak gerekiyor.

Bu nedenlerle orman yangınları ülkemizde de her zaman çıkabilecek, yanı sıra, çıkarılabilecektir. Bu olasılık, küresel iklim değişikliği nedeniyle daha da güçlenebilecek; yangınlar da seller gibi ekolojik, toplumsal ve ekonomik yıkımlara yol açabilecektir

  • Ne yapılmaması ve yapılması gerekiyor?

“Onyüzbinbirinci” kez söyleyeyim: Bence öncelikle sorun, sözgelimi;

  • yangın söndürmede kullanılan araç gereç, personel sayılarına indirgenmiş, çoğunlukla gerçekçi, yanı sıra aydınlatıcı olmayan kamuoyu açıklamalarıyla; yanmış kaplumbağa fotoğraflı “akciğerlerimiz yandı” vb acıklı ama gerçekte son derece gülünç sızlanmalarla, yakınmalarla;
  • “orman yangınlarıyla mücadelede dünya lideriyiz” vb gerçekten de son derece anlamsız övünmelerle;
  • “günübirlik” denebilecek denli kısa dönemli yaklaşımlar ve göstermelik önlemlerle;
  • neredeyse “kişilere ya da kuruluşlara özel” denebilecek hukuksal düzenlemeler veuygulamalarla;
  •  uçak, helikopter, arazöz, yangın söndürme işçisi vb sayılarla övünmekle;
  • yangınların artması ile zararlarının büyüklüğü için “görülmedik” sıcaklık, “çok şiddetli rüzgar” ile “zor arazi koşulları” vb doğal koşulların gerekçe olarak öne sürülmesiyle

geçiştirilmemelidir. Kamuoyunun giderek büyüyen bir kesimi bu türden açıklamaları artık ciddiye almıyor çünkü. Geçen yıl İzmir’deki büyük orman yangını sonrasında yoğunlaşan tepkiler de bu gerçeği ortaya koymuştur.

Öte yandan, yapılması gerekenlerin başında ise gerekli hukuksal ve kurumsal düzenlemelerin, yanı sıra, etkinliklerin belirlenmesi, planlanması, gerçekleştirilmesi, gelişmelerin sorgulanma süreçlerinde yersel ve dönemsel genellemelerden kaçınılması geliyor. Bu yöntemsel ilke her durumda göz önünde bulundurularak iki boyutlu bir stratejinin islenmesi gerekiyor:

  1. Orman yangınlarının en aza indirilmesi:

Orman yangınlarıyla “mücadelede" ülkemizde de öncelikli boyut, özellikle insan kaynaklı yangınların en aza indirilmesi olmalıdır. Bu, günümüzde hiçbir nedenle göz ardı edilmemesi gereken çok boyutlu bir gerekliliktir. İnsan kaynaklı orman yangınlarının nedenleri son derece çeşitlenmiştir. Sözgelimi; hukuksal olarak “orman” sayılan yerlerin içinde ya da bitişiğinde yaşayan yurttaşlarımızın tarla yeri ya da yerleşme yeri kazanmak için yangın çıkarması artık neredeyse “sıfır” düzeyindedir. Bu gerçek göz önünde bulundurularak insanların artık hangi eylemlerinin orman yangınlarına daha çok yol açtığı ile hangi önlemlerle en aza indirilebileceği bilgisinin gerektiğince üretilmesi, belirli aralıklarla da güncelleştirilmesidir. Bu amaçla OGM’nin ormancılık araştırma enstitüleri ile orman fakülteleri, gönüllü kuruluşları bu doğrultuda yönlendirmesi ya da bu kuruluşlardan gerektiğince katkı alabilmesi olanaklıdır.

  1. Orman yangınlarının söndürülmesi:

Orman yangınları çeşitli yönlerden “özel yangınlardır”. Üstelik bu özellikler;

  • çıktığı yerin ekolojik koşullarına, bu kapsamda iklim, orman daha genel bir söyleyişle de bitki ekosistemlerinin yapısal özelliklerine, arazi durumuna vb;
  • nedenlerine,
  • çıktığı zamana,

vb etmenlere göre durağan değildir, değişkendir. Tüm bu etmenlerin ve değişkenliklerinin açıklanabilmesi, izlenebilmesi ve gerektiğince yönetilebilmesi için ayrıntılı, güncel veri tabanı oluşturulması ile ekolojik toplumsal, siyasal ve kültürel bilgilerin üretilmesi zorunludur. Ne var ki, bu zorunluluk ülkemizde hiçbir zaman yerine getirilmemiştir; görünüşe bakılırsa yakın zamanda getirilebilmesi de olası değildir.

Öte yandan, ormancılığımızda;

  • orman işletme müdürlükleri, orman işletme şeflikleri vb ilgili birimlerin sorumlu oldukları araziler, dolayısıyla, orman ekosistemleri genişlikleri, en temel ormancılık çalışmalarının gerektiğince yapılabilmesine olanak vermeyecek denli geniştir;
  • sözü edilen birimlerde düzenli olarak yapılması gereken yıllık yönetsel ve teknik iş ve işlemler yıl içinde üstesinden gelinemeyecek denli çoktur;
  • özellikle teknik işgörenler için bir süredir yürürlükte olan “rotasyon” ve “performans değerlendirme” temelli atama  ve yer değiştirme, özellikle de giderek yaygınlaştırılan sözleşmeli çalıştırma uygulamaları yöre ve uğraşı alanı uzmanlıklarının oluşturulmasını tümüyle olanaksızlaştırmakta; işgörenlerin kırgınlıklarına yol açmaktadır;
  • özellikle yangın söndürme çalışmalarının yönetiminde sözcüğün tam anlamıyla karmaşa yaşanmaktadır;
  • özellikle büyük orman yangınlarındaki söndürme çalışmalarının sorunları ile başarıları bir deneyim olarak gerektiğince değerlendirilmemektedir;
  • orman fakültelerindeki orman mühendisliği bölümleri ile ormancılık meslek okullarındaki özellikle orman yangınlarının önlenmesi ve söndürülmesiyle ilgili öğretim yeterli değildir;
  • OGM’de çalıştırılan teknik personel arasında “orman yangını söndürme yöneticisi/uzmanı” sayılabilecek nitelikte olanlar “yok” denecek denli azdır; çoğunlukla bireysel ilgi ve çabalarla uzmanlaşanların ise yangın yönünden öncelikli olarak işlendirilmesi rastlantısaldır;
  • OGM’nin kamuoyunu özellikle orman yangınlarıyla ilgili bilgilendirme, uyarma düzeni son derece yetersizdir; daha çok ilgili yöneticilerin, bakanlar ile siyasal iktidarların övünmesine indirgenmiştir;

Tüm bu vb nedenlerle ülkemizde orman yangınlarının olabildiğince az yıkımla söndürülebilmesi büyük ölçüde rastlantılara; örneğin rüzgarın şiddetine ve süresine, havanın nem oranına, arazi yapısına kalmaktadır. Bu durum, OGM’deki özellikle üst yöneticiler ile konuyu hiç bilmeyen ilgili bakanların tam anlamıyla yetersizliklerinin gözlerden kaçırılmasına yol açmaktadır.

***

Özetlersem;

  • orman yangınları ülkemizde de kaçınılmazdır ama hem çıkmasının hem de yol açabileceği ekolojik ve ekonomik yıkımların en aza indirilebilmesi kesinlikle olanaklıdır;
  • orman yangınlarının ve yol açtığı yıkımlarının olağandışı boyutlar kazanması, tek başına iklim ve arazi koşullarıyla açıklanamaz; böylesi açıklamalar,  en hafif söylemiyle kamuoyunu yanıltma, suçlanmaktan kaçınma çabalarıdır;
  • orman yangınlarıyla mücadelede OGM’de yaşamsal önemde kurumsal ve yönetsel yetersizlikler vardır;  
  • OGM’nin en geniş anlamda kamu yararını gözetecek biçimde yeniden yapılandırılması, bu olumsuzlukların aşılabilmesin öncelikli bir koşuludur.
 

* Orman Mühendisi; İletişim: ormanlarindelisi@gmail.com

Yorumlarınızı Bizimle Paylaşın

Sadece üyelerimiz yorum yapabilir, hemen ücretsiz üye olmak için Tıklayın

(E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır)
Yorumu Gönder
Henüz Yorum Yapılmamış