Bilgi Gerçektir, Gerçek Bilgidir
EYÜP YÜKSEL
Saygıdeğer Hocam Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ,
Tam gerekli olduğu dönemlerde, çok yerinde, toplumun ve ülkenin gereksinim duyduğu saptamaları yaptığınız için tebrik ederim.
Yavuz Dizdar, Ali Demirsoy Mahfi Eğilmez gibi hocaların da bu tür katkılarına paha biçilemez, ayrıca başka bu yolu deneyen, zorlayan toplumumuzda olmadığı veya nadir ortaya çıktığı için.
Deneyimi, görgüsü olan bürokratlarımızın gelişmiş kesiminden de çok az, eser miktarda çıkıyor. Bunların bir kesimi ise yakınmakla yetiniyor, bağ kurmayı, katkıda bulunmayı denemeyi, iletişim alanında kendini geliştirmeyi denemeyi bilmiyor. Değerli katkılarda bulunan bürokratlar da, kimi zaman, yeterli duyarlılığı, birikimi olmayan bazı yüzeysel, genelleme yapma kolaycılığına kaçan ve klişe düşünen şabloncu ve özenti kesimlerce olumsuz yönde eleştiriye uğruyor.
Halkımızın kavrayabilip benimseyebilmesi için bilginin siz akademisyenlerce ve bürokratlarca
- Yüzeysel bilgi üreterek gerçek bilgilerin içeriğini sınırlayan, kimi zaman saptıran, kavramları, terminolojiyi yanlış aktaran yaygın görsel ve yazılı basına karşın,
- Anlaşılması kolay, örneklerle donatılmış ve çok kısa bir önbilgi eğitimi vererek,
iii. Diğer akademisyenlerle ve bürokratlarla da bağlar kurarak, bir ağ oluşturarak,
gerekli bilginin halka sunulması, öğretilmesi gerekiyor.
Bu konuda basın,
sosyal medya
Diğer ülkelerle ve dünyanın geneli ve ortalaması ile karşılaştırmalar da yapılarak,
Böylece toplumun güvenilir hocaları ve bürokratlarının demeçleri, yazıları, vb yaygın sesli ve görsel güncel kayıtları,
- gereksiz doldurulmuş yanlış, eksik, doğru olmayan veya gerçek bir önceliği olmayan ya da kitleleri kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan çevrelerin bilgi yığılmasının önüne geçebilir,
- Halk doğru olanı talep eder, politikacı, devlet adamı da toplumu, halkı ciddiye alarak, karar verirken rahat eder,çünkü siyasetçi ile halk arasında bu kez doğrudan iletişim sağlanmış, aracılara ihtiyaç kalmamıştır. Araya ilgisiz bilgi yükü, talebin sahibince dile getirilmesi sağlanmıştır ve ama talep sahibi halk da, kendi ihtiyaçlarına, menfaatlerine çarpıtılmış bilgi (distorted information?) ile yabancılaştırılmamıştır.
Bunun başarılması için devlet,
- hocaları,
- bürokratları,
desteklemeli.
* Topluma doğru verilen bilgiler bile birbirinden kopuk bir şekilde veriliyor, halkın,
- bütüncül bakış açısına ulaşabilmesi,
- konuyu kendi kavramları ve sözcükleriyle ifade edebilerek sorgulayabilmesi,
iii. bizim hep pasif bir şekilde bilgi alan halkımızın geri bildirim (feed-back) sunabilmesi için,
Türkiye 80 milyon nüfusu ile çoğunluğu da gençlerden oluşan çok canlı ve dinamik bir ülke. Bulunduğu coğrafyası yaşadığı tarihi geçmişi,
Politika belirleyicileri ve karar vericileri mi etkilemeli (Avrupa'da olduğu gibi)? yoksa bizde olduğu gibi doğrudan halkı ve yatırımcı işadamlarını mı etkilemeli?
Sorunlara değinirken umut dozunun azaltılmamasına özen gösterilmeli, yılgınlık, inançsızlık, boşvermişlikten, yakınma ve suçlamadan kaçınma, çünkü süreç bir aydınlatma, yol ve seçenek (alternatif) gösterme süreci,
The Guardian'da akademisyenler ve bürokratlar üzerine iki makale çok önemli, her iki kesimin de, birbirinde bulunmayan farklı türlerde üstün zekaya, akla sahip olduğunu açıklıyor. Bu tür zeka ülkemiz için çok önemlidir, ancak akıllı ve deneyimli seçkin bürokratların emekliliği veya edilgin konuma geçmesiyle ülkemiz bundan kan kaybediyor. Keza akademisyenlerimize cesaret verilmiyor.
Sizin gibi hocalara ve bürokratlara çok ihtiyaç var, zira iklim krizi ile, toprak krizi, gıda krizi ile iklim değişikliği ve topraktaki değişim arasında bir bağlantı kuramadan, konunun topluca yanlış veya öncelikli olmayan yanlarını bir ayin gibi koro gibi birlikte gürültülü ama teksesli düşünen bir toplum var, çevreci tepkiler ortaya koyarken kaynak ve enerji tüketimi konforundan vazgeçmeyen, ödün vermeyen bir hayalci, çocuksu kesim olarak tepkide bulunabiliyorlar ve talep ettikleri çözümler, seçenekler çok dar kapsamlı kalabiliyor. Sosyal bilim donanımından eksik, uygulayıcı teknik uzman kesim de, kendisini ifade etmekte birtakım güçlükler yaşıyor. Kimi zaman gereksiz, yerinde olmayan gerilimler yaşanıyor. Burada genelleme yapılmamalı, her konu, her sorun böyle gelişmez, bazen açıkça zararlı yatırımların önerildiği durumlar olduğu gibi, bazen de önyargılar ve bilgi eksikliği yatırımları körü körüne engelleyebilmektedir.
Eğer halka kendi coğrafyasının doğal, ekolojik değerleri öğretilirse, halk kendi birey ve aile ölçeğindeki ihtiyaç ve yatırımlarında da kendi, gerçek önceliklerini görmekle işe başlayacak, kendisi için uygun olmayan yatırımlara büyük bir çoğunluk olarak, ortamda gerilim yaşanmadan karşı çıkarak, kendisini ifade ederek kendi ülkesine daha yaygın, daha güçlü katkıda bulunabilecektir.
İşte burada gündeme şu konu geliyor, sadece bilim, teknoloji üretmenin yanısıra halka bu sofistike bilgilerin, ilgisiz aracıları ortadan çıkararak hangi metotlarla öğretileceği üzerine kafa yorulması,
- Çalışma zamanlarının ve ilginin bir bölümünün bu alana ayrılması,
- Bu ortak çalışma, bilgilendirme sürecinde ehil kişilerle gönüllü, ücret, kar, kazanç, kariyer, mevki amaçlı olmayan ağlar oluşturulması,
iii. Giderek, zamanla bu konuda ülkeye birikim sağlayacak enstitünün kurulmasını yurtdışından değil, devletten talep edilmesi,
İnsanlarımız ağırlaşan iş baskısı ve geçim ile işten eve, evden işe yolculuk zamansızlığıyla zamanı çok hızlı algıladığından kafa sağlığı bozuldu, sağlıklı düşünemiyor.
Öte yandan, gerek orta sınıf, gerek orta üstü zengin sınıf kendini tüketen, lüks otomobil kullanan, alışveriş yapan bir obje olarak gördüğünden beyni bu nesneler ve süreçlerle yıkanarak, hem beyni yıkanıyor, hem de absürd bir gurur duyuyor olduğundan kafaca ve duyguca çok geriledi, idealizme, imeceye, işbirliği yapmaya, hayal kurmaya, kendisinden beklenenin ve hatta en üst seviyenin üzerinde çalışmaya, özgün çalışmalarla ülkesine katkıda bulunmaya gücü, enerjisi, niyeti ve isteği yok.
Bu orta ve orta üstü sınıf, kendisini çok tükettiği ve iyi eğitim aldığı için yabancı refah toplumlarına öykünerek, kendilerini o ülkelerin vatandaşlarıyla özdeşleştirerek çok üstün zannediyor, kendisini insanlığa, uygarlığa, ülkesine yabancılaşmış, çok sınırlı, en basit bir varlığa indirgenmiş bir kimlik olarak algılıyor, bir hayal dünyasında yaşıyor.
Bu özenti kesimi halkın aydınlanmasını, halk çocuklarının nitelikli eğitim almasına ket vuruyor, sosyal sermaye, imece, işbirliği, ortak çalışma, altruism, özveri, yardımlaşma kültürünü körelten, ülkemizde yeşermesine engel olan ve salgın gibi hızla yayılan bir akım.
Orta ve üst sınıf statü bağımlı, kolay, dışarıdan hazır verilmiş gelir, üretmeden, kazandırmadan astronomik ücretler bağımlısı, kolay kazanç ve kof bir gösteriş bağımlısı oldu. Daha küçük memurlar, işçiler ve esnaf bile bu kültürün etkisi altında lüks otomobil, marka düşkünü olarak kaybedildi, toplumu düzeltmede siyasetçi de, bürokrat da zor durumda, zira yaygın, egemen kültür siyaseti de zorluyor, siyasetten bile güçlü bir hale gelmiş.
Mesela, çevre sektöründe ekolojik zenginliği halkın dünyasındaki, kültüründeki, yaşantısındaki yeriyle, onların algılayabileceği formda üniversiteler, akademisyenler, çevre kampanyası yapan dernekler, uluslararası kuruluşlar, meslek odaları ve bürokrasi anlatamıyor.
Her biri kendisi ile zaten hemfikir ve eşit seviyede kendi çevresinin anlayacağı şekilde, yine kendi çevresine anlatıyor, çevre, sağlık, ulaşım vd sektörlerde bilim politika arayüzü geliştiremiyor.
Ülkede bilgi üreten, tedbir alan, uygulama ve araştırma yapan bu en seçkin bilgi üreten kesimler politika üretemiyor, siyasetçileri ve halkı etkileyemiyor. Sorunları dışdünyadaki benzerleriyle karşılaştırarak değerlendirme (assessment) yapamıyor, öğretmek, aktarmak, anlatmak istediklerini pedagojik, anlaşılır bir forma sokamıyor, bu forma dönüştürmesi gerektiğinin henüz farkında bile değil.
İnsanlarımız bağlı bulundukları sektörlerin ve eğitimini aldıkları mesleki, akademik dalın dışında da geliştirmeyi düşünmüyorlar bile. Geniş ölçekli kentlerimizin ruhsal iklimi, kültür dokusu böylece büyük kasabalara dönüşüyor. Köyler terk edilerek metruk alanlara dönüşürken, eski canlılığını ve üretim merkezi olma özelliğini yitirirken, kentler de, kendini bilgiye, bilime, üretime dayandırmayan boş vakit geçirme, doğal afetlerde altyapı sorunlarıyla güçsüzlüğün aşılandığı özenti duyma, estetik açıdan yaşamı sıradanlaştırma ve ruh kaybı ve mamayla beslenen bebek örneğinde olduğu gibi üretimine muhtaç olduğu köylere destekte bulunma kabiliyet ve gücü yitirme mekanları olarak ifade ediyor. Bu genel durum çevrecilerin de, tıp insanlarının da, belediyelerin de, akademisyeninden esafına, siyasetçisine her kesimin işini zorlaştırıyor.
Toprak, gıda, paylaşım, çelişkiler, hukuk, vd.nin aralarında ortak ve karşılıklı bağlar varken çatışmanın yaşanmasını önleyebilmenin - görünen, temel, klasik nedenlerinin dışında- birtakım mekanizmaları olabilir, bunları araştırabiliriz. Daha yumuşak, yavaş, sarsmayan yollar neler olabilir, çözüme doğru uzun erimli çalışmaları başlatabiliriz, çünkü yüzyüze geldiğimiz, karşılaşığımız bileşke sorunların karakteri, doğası çok farklı, metotları da farklı olabilir.
Yorumlarınızı Bizimle Paylaşın
Sadece üyelerimiz yorum yapabilir, hemen ücretsiz üye olmak için Tıklayın