Büyükelçi (E) Suha Umar Anlatıyor :Prens Hasan ile Su Kavgamız
Ortadoğu’nun Su Sorunları (V)
Prens Hasan ile Su Kavgamız
Bu yazı dizisindeki yazılar Sn Büyükelçi ( E ) Süha Umar 1995-1998 yılları arasında Büyükelçi olarak görev yaptığı Ürdün’deki anılarını topladığı ve bu sonbaharda yayınlamayı düşündüğü kitabın bir bölümüdür.
Veliaht Prens Hasan, 29 Eylül 1997’de, İstanbul’da yapılması planlanan su konferansına katılmayı ve orada bir konuşma yapmayı planlamış ancak, OBS’de ortaya çıkan bazı gelişmeler nedeniyle,* (* Dip not: Amman’daki Hamas Politbüro Şefi Mish’aal’e, Mossad tarafından suikast düzenlenmişti) AB ile temaslarda bulunmak üzere Avrupa’ya gitmişti. Prens adına konferansa, Su ve Sulama Bakanı Munther Haddadin katılmış, konferansın ikinci gününde, Cumhurbaşkanı Demirel’in de katıldığı toplantıda, Hasan’ın ‘Konuk konuşmacı-Guest Speaker’ olarak yapacağı konuşmayı okumuştu.
Prens Hasan
Bakanlık konuşmanın metnini Amman’a gönderdi.
Prens Hasan konuşmasında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da su kaynaklarının kısıtlılığı üzerinde duruyor, sınır aşan uluslararası suların ve yeraltı su kaynaklarının kıyıdaş ülkeler için meşru ilgi kaynağı olduğu kaydederek bu bağlamda, kıyıdaş ülkeler arasında su paylaşımının önemini belirtiyordu. Hasan bu alanda ancak birkaç kısmi anlaşmanın yapıldığından bahisle, uluslararası su kaynaklarının paylaşımı, kullanımı ve yönetiminin düzenlenmesi gereğini vurguluyor, gergin Soğuk Savaş döneminde dahi doğu ve batı ülkelerinin, Tuna Nehri’nin yönetimi için bir nehir havza komisyonu oluşturduklarına atıfta bulunuyordu. Ayrıca, Ürdün’ün İsrail’le su anlaşmazlığını çözmekte başarılı olduğuna işaret ederek, tüm bölge taraflarının su ve buna bağlı diğer anlaşmazlıklarının çözümü için yapıcı diyalog başlatmaları zamanının geldiğini ifade ile Bölgesel Su Şartı oluşturulmasını öneriyordu.
Prens ayrıca, Türkiye, Irak ve Suriye için yaşamsal olan Fırat Nehri gibi ortak su kaynaklarının dağıtım ve kullanımının düzenlenmesi amacıyla uluslar üstü (Supra-national) komiteler oluşturulmasının ciddi biçimde düşünülmesi gerektiğinden söz ediyor, Tuna Komisyonunun, suyun anlaşmazlık yerine nasıl bir işbirliği kaynağı olabileceğine mükemmel bir örnek teşkil ettiğine işaret ediyordu. Hasan, anılan komisyonun ortak su kaynaklarının kullanımının düzenlenmesinden tüm tarafların kazançlı çıktığını gösterdiğini belirtiyordu.
Bu konuşmadan hiç memnun olmayan Bakanlık, Amman’a gönderdiği talimatta, aşağıda kısaca özetlediğim hususları vurgulamıştı.
“Mansapta birleşerek Basra Körfezine dökülen ve tek bir havza oluşturan Fırat ve Dicle Nehirleri, ‘Ortak Sular’ değil, ‘Sınır aşan Sular’dır.
“Suyun paylaşılabilir bir kaynak olmadığı, sınır aşan suların sadece kullanımının hakça, makul ve en iyi biçimde (optimal) tahsisinin söz konusu olabildiği, uluslararası teamül ve hukuk normlarında belirlenmiştir.
“Türkiye, menba ülkesi durumunda olduğu Fırat ve Dicle Nehirlerinin sularının, yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda tahsisi için, 1984 yılında, kıyıdaş ülke Suriye ve Irak’a, “Üç Aşamalı Plan” önermiştir. Bu plan, suların verimli bir biçimde kullanılmasını öngörmekte ve bu amaçla Fırat ve Dicle havzasında bilimsel ve objektif kıstaslar esas alınarak birlikte yapılacak su ve toprak envanterleri değerlendirilmek suretiyle her üç ülkeye son su tahsisinin belirlenmesini öngörmektedir.
“Türkiye sorunun üç ülke arasında teknik görüşmelerle çözülebileceği görüşündedir. Tarihi komşuluk ilişkileri bakımından üç ülkenin, anılan nehirlere kıyıdaş olmayan, dolayısıyla yararlanma durumu bulunmayan tarafların yardımına ihtiyacı bulunmadığına inanmaktadır.
“Veliaht Prensin, Bakan Haddadin tarafından okunan konuşmasında yer alan görüşlerinin iyi niyetli bir yaklaşımla öne sürüldüğünden kuşku duyulmamaktadır. Bununla birlikte dost ve kardeş ülke Ürdün’ün yukarıda özetle kaydedilen görüşleri Dicle ve Fırat havzası sularına ilişkin politikamızla açık biçimde çelişmektedir.”
Bakanlık bu bilgileri verdikten sonra, görüşlerimizin uygun görülecek şekilde Prens Hasan’a intikal ettirilmesini ve sonucundan bilgi verilmesini istiyordu.
Avrupa Birliği gezisinden döner dönmez, Kral Naibi* (* Dip not: Kral ülkede olmadığı zaman, ona, “Kral Naibi” unvanı ile Veliaht Prens Hasan vekâlet ederdi.) Prens Hasan ile görüştüm. Son dakika gelişmeleri nedeniyle katılamadığı İstanbul’da yapılan su konulu toplantıda, Bakan Haddadin tarafından okunan konuşmasının bizim görüşlerimizle bağdaşmadığını düşündüğümüz bölümlerini dikkatine getirdim. Dile getirdiği hususların iyi niyet ve yapıcı yaklaşımdan kaynaklandığını bildiğimizi, yine de bizde ciddi bir duyarlılığa neden olduğunu söyledim.
Hasan, toplantıya katılamadığı için zaten üzüntü duyduğunu ama şimdi bu üzüntüsünün daha da arttığını, belki tam olarak ifade edilememiş bazı hususların bizi rahatsız etmesinden sıkıntı duyduğunu vurguladı. Toplantı öncesinde hem Irak’ın hem Suriye’nin, doğrudan veya dolaylı olarak kendisine baskı yapmaya çalıştıklarını, bunları dikkate almadığını, Demirel’in de su konusunda, bölgesel işbirliğini dikkate alan yaklaşımı ile aynı paralelde olan kendi görüşlerini bazı örneklerle destekleme çabasının kendisini zora sokmasından ve tehlikeli sulara (Troubled Waters) sürüklemesinden rahatsız olduğunu ifade etti. Amacının işbirliğinin gereğini ve önemini vurgulamak olduğunu, su paylaşımı konusuna girmek niyeti taşımadığını, zaten Ürdün’ün de bu konuya yaklaşımının tümüyle işbirliği temeline oturtulduğunu belirtti. Verdiği örneklerin de sadece bu açıdan bir anlam ifade ettiğini vurguladı.
Prens, Suriye’nin son ünlerde su konusunda bir tutum değişikliği içinde olduğunu gösteren bazı belirtilere rastladığını, Yarmuk Nehri üzerinde yapılacak baraj ve bu nehrin suları ile ilgili olarak daha ılımlı bir davranış içine girdiğini, Türkiye’yi de su konusunda daha az eleştirdiğini, sanki Türkiye ile ilişkilerde bir düzelmeyi düşünmeye başladığı izlenimini verdiğini söyledi.
O günlerde gazeteci Banu Güven, Suriye Dışişleri Bakanı Tarık Şara ile bir söyleşi yapmış ve bu söyleşi, NTV’de yayınlanmıştı. Prens Hasan bu izlenime, o söyleşiyi izleyerek veya hakkında bilgi aldığı için varmış olmalıydı.
Prense, kendisinin iyi niyetinden ve yapıcı yaklaşımından kuşku duymadığımızı, sınır aşan sular konusunda işbirliğine açık olduğumuzun en önemli göstergesini, 1984’te, Irak ve Suriye’ye önerdiğimiz “Üç Aşamalı Plan” ve “Üçlü Komite” yaklaşımımızın oluşturduğunu söyledim.
Veliaht Prens bu görüşmemizi ve konuşması hakkında serzenişte bulunduğumu unutmayacak ve bir yıl sonra bunu bana, hiç olmadık bir yerde anımsatacaktı. Anlatacağım.
(Sürecek)
Yorumlarınızı Bizimle Paylaşın
Sadece üyelerimiz yorum yapabilir, hemen ücretsiz üye olmak için Tıklayın